Hassas bir konu olunca bu yolu seçtim. Ayrıntılı bilgiyle uzun olacağı muhakkaktır. Otuz yılı aşkın Fransızca konuşan ve ülkemizi çeşitli nedenlerle ziyaret edenlere rehberlik ettim. Sorularını karşılıksız bırakmamak için bilgilenmek gerekliydi. Hele başlarında konferansçı uzman prof., papaz olan inanç turizmi programlarıyla gelen gruplar karşısında başım dik rehberlik yapacaksam, ona göre hazırlıklı olmalıydım. Bu arada onlardan da çok şey öğrendiğimi belirtmeliyim. Farklı inançlar söz konusu olunca dinî bilgiler gerekliydi. Kur'an tefsirlerinden Elmalılı Hamdi Yazır (7 cilt), Prof. Süleyman Ateş (6 cilt), Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk (Ayetlerin iniş sırasına göre Türkçe Kur'an), Hakkı Yılmaz (11 cilt. Ayetlerin iniş sırasına göre Tebyin-ül Kur'an) ve konuyla ilgili yayın ve yazılarla edindiğim birikimlerimi sizlerle de paylaşmak isterim. Eğer daha fazlasını okudu iseniz, artı bilgilerinizi her zaman öğrenmeye hazırım.
Özetle Kur’an, 610-632 yılları arası (23 yılda) nazil oldu. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in hayatının son 7, kimine göre 11 gününe kadar devam etti. Ama ne yazık ki; kitap haline (Mushaf) getirilişi Zeyd İbn Sabit başkanlığında Halife Ömer'in ısrarıyla, ilk Halife Ebubekir zamanı (2 sene 3 ay)'ndadır. Daha sonra 3. Halife Osman zamanı (12 sene)'nda toplanıp yeniden düzenlenip çoğaltıldığı ve diğer nüshaların yakıldığını (!) biliyoruz. Hz. Ali'nin elindeki Mushaf'ı vermediği ki, - iniş sırasına göre olduğu söylenir-, ama daha sonra Kerbelâ olayında o da yakılmıştır. “Hakem Olayı” diye bilinen hileyle, hatta oyuna getirme ile halifelik Hz. Ali'den sonra I. Muaviye’yle Emevilere geçmiş ve seçimle halife olma devri kapanmış, babadan oğula geçen Sultanlık haline gelmiştir; maalesef!
Kur’an’a ilgi Batı dünyasında 800’lü senelerde başlamış; Bizanslılarla ilk tercümesi yunanca olmuştur. Haçlıların ilgisi ile Lâtinceye tercümesi ise, 1143 yılında Robertus Ketenensis ile Hermannus Dalmata tarafından yapılmıştır. Amaçları, gelişen bu dünyayı bilmek, çözmek ve ona göre davranmak içindir. Hani deriz ya: “Aslında her şey Kuran’da var, yabancılar (Avrupalılar) okumuş, anlamışlar ve ileri gitmişler!!! Lâtince’den sonra 1574’te Andrea Arrivabene tarafından İtalyanca’ya, 1647’de Fransa’nın Mısır konsolosu André du Ryer tarafından doğrudan Arapça’dan çevrilmiştir. Rusça’ya da 1716 yılında Piotr Vaslyevitch Pastnikov Fransızcasından çevirmiştir.
Gelelim biz Türklere: Nüshaların en eskilerinden sayılan1334 yılında Şirazlı M. Bin Hâc Devletşah tarafından çoğaltılan Oğuz Türkçesiyle tercümesidir. Farsça tarzındadır. Türk İslâm Eserleri müzesinde kayıtlıdır. Osmanlı döneminde bırakın Türkçeye tercümeyi, matbaa keşfinden neredeyse 300 sene sonra Macar asıllı İbrahim Müteferrika ile kullanılmaya başlanmış, ama Kur’an çoğaltılmasına bile izin verilmemiştir. Gerekçesi gariptir: İşi Kur’an da yazmak olan hattatların korunması!? Zaten okuma yazma bilenlerin oranı Cumhuriyet kurulduğunda bile yüzde onun altına idi. Hele kadınlarımızda!? Tanzimat dönemi ile başlayan milliyetçilik akımlarıyla Kur’an’ın Türkçeye çevirme çalışmaları ilgi görmüştür. Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi, Ahmet Cevdet Paşa, Bereketzâde İsmail Hakkı gibi birçok âlim Kur’an’ın Türkçeye çevrilmesinin zaruri olduğunu belirtmiş ve teşebbüsler başlamıştır. Ama gel gelelim, bazıları da karşı çıkmıştır. Hatta bunların başını çeken son Şeyhülislâm Mustafa Sabri inadına Arapça bir “Risale” (Tercemet-il Kur’an) yazmıştır. Şimdi bir düşünün. Gayrî Müslimler (Eli gâvûru!) bizden önce okuyup anlamak için bizden önce işe başlamış, biz ise hala abdestsiz dokunulmaz diyerek evlerimizdeki Arapçasına erişilemez (!) bir yer duvarda süs olarak, özel işlemeli kılıflar içinde bize faydasını beklemişizdir. Artık çok şükür ki; çoğumuz okuma-yazma biliyoruz. Özel alan eğitimiyle çok azımız Arapça okumayı öğreniyoruz ama, anlamaya gelince, o da yok. Bütün insanlık okuyup anlayacaksa Arapça mı öğrenmesi gerekir?! Allah bizi niye ayrı milletlere böldü. İsteseydi hepimizin dilini Arapça yapardı. “Eğer Rabbin dileseydi insanları bir tek ümmet yapardı. Ama birbirleriyle tartışmaya devam edeceklerdir. Hûd-118. “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık… Hucurat-13.”
Yahu biz ne, nasıl Müslüman’ız? Bir tek Kelime-i Şahadet, o da ağdalı, tecvitli bir biçimde Arapça söylenecek. Tamam. Ondan sonra İslâm’ın, imanın, abdestin, v.b. 32 mi istersin 54 mü, farzları ve rek’atları çoğaltarak, ne kadar çok secdede kalır, kendi kendimizi camiye uzun hapsetme yarışına girersek, üstelik ne dediğimizi bilmeden, ritüelleşmiş hareketlerle, daha imanlı olacağımızı mı sanıyoruz!?. İslâm olmak, Kur’an’ı okuyup anlamak ve ona göre hareket etmek değil miydi? İlk inen ayet ne? Alâk suresi-Oku! Ama şu anki Kur'an'da 96.sırada!? Bunun önemini, hem de birkaç yerde tekrar ettiğini görelim:
- 2. sırada inen Kalem Suresi (şimdi 68.) 52. ayet: 0ysa ki, o Zikir (Kur’an) âlemler için bir öğütten başka bir şey değildir.
- 4.sırada inen Müzemmil Suresi (şimdi 73.) 4.ayet:.. Ve Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku!
- 47. sırada inen Şuara Suresi (şimdi 26.) 195.ayet: Açık-seçik Arapça bir dille indirdi (=anlayacağınız dilde)
- 53. sırada inen Yusuf Suresi (şimdi 12.) 2.ayet: Biz O’nu sana aklınızı çalıştırasınız diye, Arapça bir Kur’an olarak indirdik.
- 59.sırada inen Zümer Suresi (şimdi 39.) 27-28. ayetler: Ve ant olsun ki; Biz onu öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir Okuma olarak takvalı davransınlar diye, bu Kuran’da her türlüsünden örnek verdik.
- 61.sırada inen Fussulet Suresi (şimdi 41.) 3. ve 44. ayetler: Bilgi ile donanmış bir toplum için ayetleri, Arapça Kur’an halinde ayrıntılı bir kitaptır bu. Eğer biz O’nu yabancı bir dilde Kur’an yapsaydık, elbette şöyle diyeceklerdi: “Ayetleri ayrıntılı, anlaşılır olmalıydı. İster yabancı dilde, ister Arapça! De ki; - O iman edenler için bir kılavuz, bir şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır…
- 63. sırada inen Zuhruf Suresi (şimdi 43.) 2. ve 3. ayetler: Apaçık kitaba ant olsun ki, Biz onu aklınızı kullanasınız diye Arapça bir Kur’an yaptık.
- 64.sırada inen Dühan Suresi (şimdi 44.) 58. ayet: İşte biz O’nu onlar öğüt alsınlar diye senin dilinde kolaylaştırdık.
- Daha benzeri ayetler var. Ancak şimdilik bu kadarıyla anlıyoruz ki; Kur’an anlaşılmaz değildir. Yeter ki isteyelim. Ayetlerin iniş sırasına göre düzenlenmiş tefsirler var. Hakkı Yılmaz’ın Tebyinül Kur’an meali gibi.. Önce O’nu bir okuyun. Yetmez! En az üç değişik meal okuyalım. Görelim ki; “Kitab’ı sana indiren O’dur. O’nun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir (hüküm içerenler). Ki onlar Kitab’ın anasıdır.
Diğer ayetler ise müteşabihtir. (geçmişten ders alınması için tarihten örnekleme yapmak içindir. Nuh Tufanı, Lût kavminin yaşadığı felâket, gibi.. Geçmişte olanları anlatır. Hani deriz ya “teşbihte hata olmaz”)
Müslüman isek, kitabımız Kur’an. Okuyup anlamak ve ona göre davranmak zorundayız. Ondan sonra namaz kılarken, Kur’an’dan herhangi bir ayet, meselâ 92. sırada inmiş olan Nisâ suresi (şimdi 4. sırada)nden 11. veya 176. ayetini okuyacak mıyız?! Ama imam hutbede okur. Bize hatırlatmalar yapar. Ama 87. sırada inmiş Bakara suresi (şimdi 2.sırada Hicretten sonrakiler Medine ayetlerindendir)nden 221. 222. yani 241. ayetlere kadar namaz kıldırırken okur ve siz de tasdik ederseniz, sonucu imamın ba-şına!.. Ama dua niteliğindeki ayetlere eyvallah! İllâ da Kur’an’dan bir ayet okuma şartı bile yoktur. Namaz, niyaz sözcükleri Farsçadan dilimize geçmiştir. Dua etmek, yakarmak anlamınadır. Kur’an’da “salât” olarak geçer. Namaza başlarken niyetlenirken “Niyet ettim, Allah rızası için Sabah namazının farzını kılmaya diyoruz. Türkçe. Sübhâneke ve iki rekât sonunda oturunca okuduğumuz “Ettehiyyâtü Kur’an’dan bir ayet değildir. Arapça duâdır. Dua okumakla olmaz. Dua edilir. O bir başka konu olarak tartışılabilir. Gelelim biz Kur’an’ın şimdiki ayetleri niçin sırasına göre değildir?! Sakın ola ki, hala dokunmamak ve durumu korumak adına “yok Cebrail geldi, şöyle sırada olacak diye düzeltti. O okudu peygamber dinledi. Peygamber okudu o dinledi. Sırası öyle belirlendi! Bir sürü de dayanaksız internet siteleri açmışlar ve illâ da anlaşılmamasında inatla iddialarını sürdürsünler. Haşa! Allah sırasını mı şaşırmıştı?! Hakkı Yılmaz’ın şu açıklamasını hatırlatmakta fayda var: Kadr suresinde, -enzelnâhu- ifadesindeki - hu (o) zamirinin mercii, bu sureden önce 24. Sırada inmiş olan Abese-11.ayetindeki tezkiretün (=öğüt) ve 23.sırada inmiş olan Necm - 59. ayetindeki hadis sözcükleri ile kastedilen Kur’an’dır. Yani sureyi anlayabilmek için, önce Abese okunmalıdır. Aksi halde, - enzelnâhu- ifadesi - hu (=O) zamiri herhangi bir yere bağlanmaz ve - hu (o), zamiri ile kastedilenin ne olduğu bilinmez. Ne yazık ki; iniş sırası 25 olan Kadr suresi halihazırdaki Kur’an’da 97. sırada, 24. sırada inen Abese suresi 80. sırada, ondan önceki, yani 23. sırada inmiş olan Necm suresi, şimdiki Kur’an’da 53.sıradadır.??!! Biz asıl kaynak olan Kitab’ı anlamak yerine 6 bin küsür ayetin 3 tane örtünme konusunu işleyen (Araf-26, Nur-31, ve Ahzâb-59) ayetlerini, takvalı olma ile ilgisi olmamasına rağmen en önemli sayarak, kul hakkı, yetim hakkı ve kamu mallarına verilen önemi unutmuşuz. Şimdilik bu kadar, diyelim. Devam edeceğiz. Sizler de gelecek sohbete kadar en azından bir kısım sureleri okumuş ve anlamış olacaksınız; umarım.